Wednesday, August 22, 2012

Siliniyor Hatıralar





Otuzuma merdiven dayadım, onbeş yaşıma kadar bir orta Anadolu şehrinde yaşadım. O vakitten sonra şehir dışında yaşanan lise, üniversite ve iş hayatı derken koptum gittim doğduğum bu şehirden. Dört yıldır gidemediğim bu şehre ancak bayram dolayısıyla gitme fırsatı buldum. Her neyse.



Abimle bayram günü şehir merkezinde kısa bir tur yaptıktan sonra eski mahallemize gitmeye karar veriyoruz.  Çocukluğumu geçirdiğim gecekondu mahallesine. Mahalleyi bulmamız biraz zaman alıyor. Eski evlerin yıkılıp yerlerine lüks konutların yapıldığını işitmiştik ama mahallenin çehresinin bu kadar değişebileceğini hiç düşünmemiştik. Etrafta tanıdık bir köşebaşı, bir ev, sokak bulamıyoruz. Ben aval aval etrafıma bakarken abim bana sesleniyor “İşte bu sokak !”







Arabayla zar zor manevra yapıp içeri dalarken yıllarca eski evimizin bulunduğu sokağın bu denli dar olmasına hayret ediyorum. “Halbuki bisikletle her gün onlarca kez tur atarken ne kadar da geniş geliyordu bana burası” diye düşünüyorum. Yavaş yavaş ilerliyoruz. Eski evimizin yerinde yeller eserken zihnimdeki makinist film şeridini sarmaya başlıyor. Tek katlı evimiz, yanı başımızdaki cami, bol fasülye veren ufak ön bahçemiz, kuyu, top oynadığımız yazı, güvercin yuvası, arka bahçedeki erik ağacı, bal petekleri, annemin diktiği kayısı ağaçları. Her şey yerle bir olmuş. Orhan Veli sağolsun imdadıma yetişiyor. “Serde erkeklik var, ağlayamam.”






Sokakta iki üç tane ev kalmış. Bunlardan birinin bahçe kapısı açık. Heyecanla “Nazender Teyze’nin evi değil mi burası? “ diye soruyorum. Abim onaylıyor ve kapıya üç kere vurup eski komşu rahatlığında içeri giriyor “Selamün aleyküm !”






Bahçeden çıt çıkmıyor. Evin kapısı da açık, sinek girmemesi için tül perde çekmişler. Divanda yaşlı bir kadının uzanmış olduğunu farkediyoruz, yavaşça doğruluyor ve bizi görünce gözlerinin içi parlıyor. Başlarda bizi tanıyabileceğine ihtimal vermiyorum ama ismimizle hitap edince kendimden utanıyorum. Hatta rüyasında uzun süredir görmediği “eski insanları” gördüğünü söyleyince bir tuhaf oluyorum. Elini öpüp bayramlaşıyoruz ve biz de divana geçiyoruz. Hal hatır faslından sonra ben pek konuşmuyorum. Yüksek katlı binalar arasındaki bu bahçeli evde sessiz ve huzur dolu atmosfer beni sarıyor. Üzüm asmaları ne de yakışmış buraya diye iç geçiriyorum. Genişçe bir tahtaya kurutulmak üzere konan kayısıları görünce bir burukluk kaplıyor içimi. En olmadık ayrıntılar büyük hüzünler yaşatabiliyor insana. 






Derken Nazender Teyze’nin oğlu çıkageliyor. İbrahim Abi. Yıllar pek bir şey götürmemiş kendisinden, benden daha genç duruyor doğrusu. Abimle mahalle hakkında konuşuyor genelde. Falancanın o binaya, filancanın şu binaya taşındığından bahsediyor. Arazi meseleleri falan filan ama maddi konulara çok da girmiyorlar. Laf arasında İbrahim abi “Eskiden mahallenin teee ötesindeki adamı bilirdin, şimdi yanı başındakileri bile tanımıyorsun” diyor kaşlarıyla karşı taraftaki apartmanı göstererek. Abim ve ben vakur bir biçimde başımızla onaylıyoruz. Ben de bilmek ve tanımak üzerine gereksiz bir tefekküre dalıyorum.   






Müsaade isteyip ayrılırken Nazender Teyze’nin “Yine uğrayın evladım” larına “inşallah” larla karşılık verip etrafa şöyle bir göz atmak için abim ve ben gezinmeye başlıyoruz. Her tanıdık noktaya “evreka evreka” diyecek kadar seviniyorduk; “hah, işte burasıydı” demek üzere yüzümüzü çevirdiğimizde karşımızda bilmem kaç katlı bir bina bulduğumuzda ise yüzümüz düşüyordu. 






Sonra gitmeye karar veriyoruz, bundan tam onyedi sene evvel yaptığımız gibi. Abim de çok üzülmüş, yüzünden belli. Sokaktan çıkarken ben sırf bir şeyler söylemek için konuşuyorum: “Sokak da ne kadar dar. Halbuki bisikletle her gün onlarca kez tur atarken ne kadar da geniş geliyordu bana burası…”

No comments:

Post a Comment